Eğitimde inovasyonun bir ölçütü olarak kabul edilen Finlandiya’nın eğitim sistemini ve genç zihinleri geliştirmeye yönelik yaklaşımı, 1860’lı yıllara, Finlandiya’da temel eğitimin “babası” olarak da anılan Uno Cygnaeus’a dayanıyor. Cygnaeus bu yıllarda, ideal bir sınıf ortamında öğrencilerin öğretmenlerden daha çok konuştuğunu belirtmiş. Fin eğitim sisteminin uluslararası sözcülerinden olan Pasi Salberg ise Gulf News gazetesine verdiği özel bir röportajda, Cygnaeus’un pragmatizminin ülkenin eğitime olan genel yaklaşımını büyük ölçüde etkilediğini belirtti.
Salberg, “Temel yaşam becerilerine odaklanıyoruz,” diyor. “Evde ihtiyaç duyduğunuz günlük becerileri öğrenmek – yemek yapmak, evi düzenlemek ve kendi kıyafetlerinizi dikmek gibi – Finlandiya okullarının en büyük özelliklerinden. Finlandiya’da her kız ve her oğlan, bu pratik yaşam becerilerini geliştirmek için ev ekonomisi, marangozluk ve el işi dersi alıyor.”
Sahlberg, Finlandiya’nın eğitim yaklaşımın şöyle özetliyor: “Çocuğun bir bütün olarak gelişmesine odaklanmak.”
Çocuğa bütünsel bakış
Finlandiya’da çocuğun bir bütün olarak gelişmesi ilkesi şu demek: Okul müfredatı, farklı dersler ile bireysel olarak her bir çocuğun iyi olduğu dersler arasında denge kurmak zorunda. Çocukların hangi alanlarda iyi olduklarına bakılıyor, yalnızca birkaç dersin sonucuna değil.
Finlandiya’da “Johnny okulda ne kadar iyi?” demek yerine, “Johnny okulda nelerde iyi?”, diye soruluyor.
Çocuğun bütünsel olarak gelişmesi görüşünün teorik modeli, muhtemelen Howard Gardner’ın 1980’lerde yazdığı Zihin Çerçeveleri: Çoklu Zeka Kuramıadlı kitabında en iyi şekilde gösteriliyor.
Gardner, hepimizin sadece bir veya iki değil, birkaç farklı zekaya ve “akıllı olma yoluna” sahip olduğumuzu ve okul eğitiminin de müfredat ve pedagojide bu farklı yetenek alanlarını eşit şekilde dikkate alması gerektiğini savunuyor.
Tam da bu yüzden, Finlandiya temel akademik konularda standart testler uygulamıyor. Fin okulları, öğrenci değerlendirmesi ve okul çalışmaları raporlaması konusunda daha bütünsel yöntemlere başvuruyor.
İlkokul öğrencilerine beşinci sınıftan önce not verilmiyor
Fin öğretmenler ve ebeveynler, çocukların okula not almak veya diğer çocuklarla iyi not alma yarışına girmek için gitmesini istemiyorlar.
Finlandiya’da yaşayanların birçoğu, özellikle de çocukluğun erken dönemlerinde öğrenme ve kişisel gelişimin, çocuğun bütüncül olarak gelişimine bağlı olduğunu ve her çocuğun farklı hızda öğrendiğinin farkında.
Çoğu öğretmene göre, çocuklar notla değerlendirilmedikleri takdirde kendi öğrenimlerine daha çok odaklanıyorlar.
İşte bunlar, derin öğrenmenin motor gücü olan “kendini yönetme becerileri” için gerekli en temel beceriler.
Finlandiya’da:
– Okul günleri genelde sabah 9’da başlar ve yaş grubuna göre öğlen 2 ya da 3’te biter.
– Okul üniforması diye bir şey yoktur.
– Öğretmenler de günlük kıyafetler giyerler.
– Öğrenciler öğretmenlerine isimleriyle hitap ederler. Bu sayede, çoğu ilkokul ortamı neredeyse evdeki kadar rahattır.
– Her 45 dakikalık dersten sonra öğrenciler 15 dakikalık molalar verirler. Google da geçtiğimiz yıllarda çalışanlarına benzer bir uygulama (“yüzde 20 ilkesi”) getirdi.
– Ayrıca, bu sık aralar öğretmenlere de çok iyi gelir!
Çocukların sınıftaki bireysel ihtiyaçları
Psikolog Lev Vygotsky, “Bir çocuk bugün yapabildiği şeyi yarın yalnız da yapabilir,” dediğinde haklıydı.
Kolektivizm ya da iş birliği ve bireysellik, insanların genel olarak düşündüğünün aksine birbirine zıt şeyler değil.
Tüm okulların ve öğretmenlerin, kolektivizm ve bireysel ihtiyaçların birbirinin zıttı iki olgu olmadığını göstermek için iş birliğine dayalı öğrenme ve sosyal psikoloji alanlarındaki başarılı sonuçlardan yararlanmaları gerekiyor, ancak bunun için yapılması gereken çok şey var.
Notlar, rekabet ve ezbercilik. Okullar bunların ötesine nasıl geçebilir?
Her ebeveyn çocuğu için en iyisini ister. Ancak nihayetinde sistemin onlardan beklediği şeyi yaparlar.
Pek çok eğitim sistemi, çocukların hafızasını ve standart testlerdeki konuları ne kadar iyi öğrendiklerini ölçen eski moda değerlendirme yöntemleriyle işliyor.
Ancak asıl problem, sistemin kendisi.
Bu problemin en tepesinde, hala sınav sonuçlarına ve notlara bakarak öğrenci alımı yapan üniversite giriş prosedürleri var.
En altta ise, test sonuçlarını ve akademik sınavlar konularını kullanarak okulları sorgulayan hesap verme zorunluluğu yer alıyor.
Kısacası, okullar hala “seri üretim” mantığına uygun şekilde faaliyet gösteriyor.
Neyse ki, dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan ve bu antika eğitim metotlarına meydan okuyan yeni eğitim modelleri mevcut.